Yazacak/anlatacak ne çok şey vardı ama yazdığım her cümle eksik kalıyordu.
Böyle olmayacak dedim; okunmak için yazdıklarım beni tatmin etmiyordu…
Çünkü Cumhuriyet ve onun banisi Atatürk’ü anlatmaya benim sözlerim kifayet etmiyordu.
Durdum,
Cumhuriyet ve Atatürk’ü, Atatürk’ün eylem ve söylemiyle anlatmak en doğrusu olur diye düşündüm.
Buyurun,
Beraber okuyalım ve Cumhuriyetin ne anlama geldiğini hep birlikte idrak edelim:
“1936’nın Sonbaharı,
Atatürk İstanbul’dadır.
Sıkılır köşkte…
Çocukluk arkadaşı Nuri Conker ile birlikte bir otomobille gizlice çıkarlar.
Yolda, otomobilin tentesini de açarlar ve güzel bir eylül sonu akşamı Çekmece’ye doğru ilerlerler.
Hava ılık ve manzara oldukça güzel…
Yol kenarında akşam güneşi altında çift süren bir köylü görürler.
Yaşlı bir adam…
Sapanın sapına iyice yapışmış, toprağı yavaş yavaş devirmeye çalışıyor.
Fakat çiftin bir yanında öküz, bir yanında merkep var.
Atatürk:
—Dur dur!.. der.
Araçtan inerler,
Atatürk elini arka cebine götürüp sigara tabakasını çıkarır ve köylüye seslenir:
-Kolay gelsin ağa!…
Köylü:
-Eyvallah, eyvallah…
Atatürk:
-Ateşin var mı, ateşin?
Köylü sesten yana döner ve Atatürk’ün elindeki yanmamış sigarayı görür…
—Tiryakisin galiba? Tiryaki, tiryakinin hâlinden anlamalı…
Atatürk:
—Eh… Kibriti unutmuşuz da…
Atatürk bir sigara da köylüye uzatır ve sigarayı yakarlar.
Atatürk:
—İşler nasıl ağa? Bu yıl mahsulden yüzünüz güldü mü?
Köylü isteksiz isteksiz konuşur:
—Allah’ın gücüne gitmesin ama Bey, bu yıl yufkaydı mahsül. Kabahatin acığı bizde, acığı yukarıda!
(Parmağıyla gökyüzünü gösteriyordu)
—Biz geç davrandık, yukarısı da rahmeti esirgedi, böyle işte…
Atatürk:
—Bakıyorum, sapanın bir yanında öküz, bir yanında merkep koşulu. Öküzün yok mu senin?
—Var olmasına var ya, Hıdırellez’de vergi memurları sattılar…
Atatürk:
—Hiç vergi memuru köylünün üretim aracını satar mı? Olmaz böyle şey! Muhtara şikâyet etseydin…
Köylü güler:
—Beyim, Muhtar başında değil miydi memurun sanırsın?
Atatürk dudaklarını kemirerek konuştu:
—O halde sen de kaymakama gitseydin!
Köylü daha bir acı acı gülerek:
—Sen de benle gönül mü eyleyon Bey’im, Kaymakam’ın habarı olmadan bizim buralarda kuş bile uçmaz.
Geçti o eski devirler.
Şincik Atatürk’ümüz var başımızda…
Bunu duyan Atatürk konuşmayı sürdürür:
—E peki İstanbul şuracıkta…
Gideydin Vali’ye anlataydın derdini… Onun işi bu değil mi?…
—Bırak şu sagari allâsen, biz onun buralardan çok gelip geçtiğini gördük.
Yakasına yapışsak acep derdimizi duyurabilir miyiz?
Atatürk iyice gerilmişti!
Ama köylünün konuşması da çok hoşuna gidiyordu.
Sormaya devam etti:
—Adın ne senin ağa?…
-Halil… Köylük yerde sorsan, Halil Ağa derler…
Atatürk:
—Peki Halil Ağa, bu senin işin beni bayağı meraklandırdı. Benim bildiğime göre, bir çiftçinin üretim aracı elinden alınmaz. Ama sen aldılar diyorsun…Hadi, Kaymakam şöyle, Vali böyle diyelim, e peki bir Başvekil İsmet Paşa var bilir misin?…
—Bilmez olunur mu beyim!…
—Tamam öyleyse hemen her hafta İstanbul’a geliyor, Florya Köşkü’ne iniyor. Bir gün kapıda bekleseydin de derdini dökseydin ona…
Köylü:
—Beyim, Sen benim konuşmamdan hoşlaştın, gönül eyliyon galim. Ama bak, tutalım gittim ve vardım, beni o kapıya komazlar ki…Tutalım kodular, koskoca İsmet Paşamıza göstertmezler ya! Tut ki gösterdiler; ya ona hâlimi nasıl yanacağım hele; o sağarın sağarı, hiç işitmez be canım!
Atatürk:
—E peki, bakalım bu dediğime ne bulacaksın!
Demin, Atatürk’ümüz var başımızda dedin ya…O da koca yaz şuracıkta oturup duruyor. Gitseydin, çıksaydın önüne; anlatsaydın hâlini. Seni yüzüstü bırakacak değildi ya!…
Köylü iyice keyiflenmiş, keh keh gülüyor, karşısındakinin bilmezliğine acımış gibi bakıyordu:
—Sen ne diyon bey?…
Mustafa Kemal Paşa’mızın yüzünü görmek için peygamber gücü gerek…
Temin dedik ya, tut ki gördük, yiyip içmekten, işinden, gücünden başını kaldırıp bizim öküzümüzün arkasından mı seyirtecek?…
Atatürk köylünün omzuna elini koyarak:
—Senden hoşlandım, Halil Ağa. Bir gün köyüne de gelir, bir ayranın içerim. Açık yürekli bir vatandaşsın ama yine de söylüyorum: Hakkını kimsede bırakma, ara!…
Dönüp arabaya binerler.
Onları uğurlayan Halil Ağa:
—Meraklanma Bey’im, evelAllah heç kimse bizim hakkımıza el değdiremez ama devlet borcudur, ödenecek!… Ekime geç davranmışın gök rahmetini esirgemiş, dinler mi devlet baba?… Helâl olsun!…
Bir süre giderler,
Sonra Atatürk, Nuri Conker’e:
—Uygun bir yerden geri dönelim, tadı kaçtı bu işin! Der.
Dönerler ama Atatürk susar, düşünür ve sigara üstüne sigara yakar.
Yüzünde ince bir keder vardır.
—Yahu çocuk, şu Halil Ağanın vergi borcundan öküzünü satmışız,
Adam merkeple çift sürüyor ve hâlâ da “devlet baba” diyor. Ne mübarek millet bu millet!..
Yaverine döner der ki:
—İstanbul’da ne kadar bakan, milletvekili varsa, bunların hepsine ulaşacaksın! Bu akşam kendilerini yemeğe bekliyorum.
Ayrıca Vali Muhittin Üstündağ ile, Başvekil İsmet Paşayı da bul ve onlara da gelmelerini söyle.
Yaver odadan çıkar.
Atatürk, Nuri Conker’e döner:
—Beri bak Nuri!… Şimdi, sen de bizim çıktığımız araba ile çıkıp o Halil Ağayı bulacaksın. Ona benim kim olduğumu söyleme. Tüccar, zengin bir adam falan dersin. Bir şeyler söyle, onu ikna et ve kuşkulandırmadan al gel buraya…
O akşam Atatürk’ün sofrasında Başbakan İsmet İnönü, bakanlar, milletvekilleri, İstanbul Valisi Muhittin Üstündağ olmak üzere yirmi beş kişi kadardılar.
Atatürk bir ara:
—Bu akşam soframıza “Efendimiz gelecek.” der. Ve sizlerin kendisine nasıl davranacağınızı görmek isterim!…
Halil Ağa kapıdan görünür,
Atatürk ayağa kalkar ve sofadakilerin hepsi gür diye ayağa kalkar.
Atatürk:
—Hoş geldin Halil Ağa! der ve sonra masadakilere dönüp tanıtır: “İşte beklediğimiz efendimiz!”
Conker, Halil Ağa’yı Atatürk’ün sağ başına oturtur.
Atatürk sofradakilere, o gün yaşadıklarını etraflıca anlatır ve der ki:
—(Halil Ağa’yı kastederek) Efendimizin hâlini gördünüz mü beyler? Devlet size böyle davransa, ne yaparsınız? Mübarek millet bu, Adam, millet!
Şimdi onun karşısında “adam olmak” bize düşüyor!
Sofraya keskin bir sessizlik hakim olmuş ve bütün gözler Atatürk’e dönmüştür.
—Halil Ağanın öküzünü satıp üretimi aksatan kanunu ya biz yaptık ya da bizim yaptığımız kanun yanlış yorumlanarak Halil Ağanın öküzünü sattılar, ikisi de bence bir…
Böyle bir kanun yaptıysak bu kanun memleket çıkarlarına aykırıdır.Nasıl yaparız? Eğer yaptığımız kanun böyle yorumlanıyorsa hükümet nasıl bir yönetim içindedir?
Sonra unutmayın ki olay İstanbul’da geçiyor. Bunun Van’ı var. Bitlis’i var. Kıyı bucak ilçesi var!Acaba oralarda neler oluyor? Bu çark iyi dönmüyor beyefendiler!..
Biz cumhuriyeti süs olsun diye yapmadık!
Halktan yana bir idare kurmak için yaptık.
Hükümetin müfettişleri var, valileri var, kaymakamları var, bunlar Halil Ağanın öküzünü vergi borcundan dolayı satıyorlar.
Yaptıklarının ne demek olduğunu elbette bilmeleri gerekli…
Bunlar, size hiçbir şey söylemiyorlar, Halil Ağanın öküzünü satıp vergi gelirini şişkin göstermeye çalışıyorlar!…
Ne demektir bu?
Biz cumhuriyeti anlatamamışız beyler!
Bundan bu çıkıyor!”
Arkadaşlar!
İşte Cumhuriyet ve onu bize armağan eden Atatürk budur!
Cumhuriyetimizin 100. yılı hepimize kutlu, mutlu ve daha umutlu olsun!
Bir sonraki Bir Portre yazımızda buluşmak ümidi ile Allah’a emanet olun sevgili okurlar.
Okunma Sayısı: 172